Gen Çalışmaları ve Etik
Genetik manipülasyonlar hastalıkların tanısından tedavisine, yeni besin kaynaklarının oluşturulmasından nesli tükenmekte olan hayvanların üretilmesine kadar uzanan geniş bir yelpazeye hizmet veren bir potansiyele sahiptir ve günümüzde yaşamın her alanında etkisini göstermektedir. Özellikle tıp, tarım-hayvancılık, gıda, kimya, enerji ve çevre endüstrileri gen teknolojisinden yoğun şekilde yararlanmaktadır. Ancak genetik manipülasyonlarla birlikte bir takım soru ve sorunlar da beraberinde tartışılmaya başlanmıştır. Bu bağlamda, yeni bilimsel ve teknik ilerlemelerin insanlığın yararına olacağına dair yaygın olan değer yargısının yerini, şimdilerde insanların şüpheci yaklaşımı almıştır.
Gen Teknolojisinin İnsanlığa Sağladığı Katkılar
Gen teknolojisinin tıp alanındaki uygulamaları öncelikle genetik tanı ile başlamıştır. Gen probları geliştirilerek DNA düzeyinde çalışılan ilk gen hemoglobin genidir. Bunu takiben talasemi, faktör IX eksikliği (hemofili B), faktör VIII eksikliği (hemofili A) ve antitrombin II eksikliğinin rutin genetik antenatal tanısı için problar geliştirilmiştir.
Gen teknolojisi ile kalıtsal fetal hastalıkların tanısında da yeni boyutlar açılmıştır. Gen dizilerinde genetik hastalıklara neden olan mutasyonlar, günümüzde erişilen bilgi birikimi sayesinde prenatal ve presemptomatik dönemde tespit edilebilmektedir.
Bazı antijenler, antibiyotikler, hormonlar, nöropeptidler ve aşıların üretimi bakterilerde klonlama yöntemi ile yapılmaktadır. İnsan genlerinin hepsi bakterilerde aynı etkinlikte klonlanamadığından, önce farelerle başlayan gen transferi çalışmaları, koyun ve sığır gibi daha büyük hayvanlarda sürdürülmüştür.
Transgenik hayvan üretimindeki zorluklar ve verimliliğin devamlılığının sağlanamaması bilim adamlarını başka arayışlara yöneltmiştir. Bu çerçevede klonlama yöntemleri geliştirilmiş ve 1996’da Wilmuth ve arkadaşları tarafından ilk klon hayvan Dolly üretilmiştir. Klonlama çalışmalarına başlanılmasının sebebi, et veya süt kalitesi yüksek zirai hayvanların kopyalanarak çoğaltılması yanında; ilaç fabrikalarına dönüştürülmüş hayvanların çoğaltılabilmesidir. Gen teknolojisi kapsamında atılan bir diğer adım resmi olarak 1990’da başlatılan “insan genom projesi” (Human Genome Project-HUGO) çerçevesinde insanda bulunan tüm DNA dizisinin harf harf çözümlenmesidir.
Bu projede ilk amaç, günümüzde tedavisi olmayan 3000’den fazla genetik hastalığa yatkınlığı belirlemek, ilgili genlerin yerlerini, yapılarını aydınlatarak tanı ve tedaviyi olanaklı kılmak, gereken genetik düzeltmeleri yapmaktır. Proje ile bazı kanser türleri, hemofili, multiple skleroz, kistik fibrozis gibi birçok hastalığın tanı ve tedavisi ile ilaçların geliştirilmesi mümkün olacaktır. Elde edilecek bilgiler insan sağlığı dışında, biyoarkeoloji, antropoloji, insan göçleri ve evrim süreci ile ilgili verilere ulaşmada, bunları değerlendirmede kullanılacaktır. Ayrıca tarım-hayvancılıkta verimin arttırılması, çeşitli hastalıklara, olumsuz çevre koşullarına dirençli türlerin geliştirilmesi mümkün olabilecektir. HUGO’nun sağladığı olanaklarla mikroorganizmalar daha iyi tanınacağı için hem insanda hastalık yapan özelliklerinin saptanması kolaylaşacak, hem de bu bilgiler endüstride enerji üretiminde, zehirli atıkların azaltılmasında, yenilenebilir kaynakların geliştirilmesinde kullanılacaktır. İnsanların dış görünüşlerindeki farklılıklara karşın DNA yapımızın %99,8’i ortaktır. DNA üzerindeki kişiden kişiye farklılıklar gösteren tüm bölgelerin tanımlanması, adli amaçlı kimliklendirme ve babalık davalarında kullanılabilecektir.
Gen Teknolojisi Uygulamalarında Açığa Çıkan Etik Sorunlar
Gen teknolojisi birçok alanda uygulama alanı bulmuş ve daha sağlıklı sonuçlar elde edilebilmesine karşın, bütün bu projeler günümüzde birçok soru ve problemleri beraberinde getirmiştir. Bu araştırmalar öncelikle gen kirliliği yaratmaktadır. Kullanılan araç, gereç, malzeme ve canlı organizmalar doğanın dengesinin bozulmasına, anormal görünümlü canlı oluşmasına yol açacak bir potansiyele sahiptir. Arkeolojik kazılarda elde edilen bazı DNA örneklerinden nesli tükenmiş canlıların yaratılabileceği; bunların insanların aleyhinde kullanılabileceği ve doğal dengenin bozulmasına yol açacağı düşünülmektedir. Genetik şifrenin çözülmesi halinde bunun kimler tarafından ve hangi amaçlarla kullanabileceği soruları tartışılmaktadır. Gen teknolojisinin savaşlarda biyolojik silah olarak kullanılabilme riski bulunmaktadır. Genetik kaynaklı hastalıkların önceden belirlenebilmesi ile bu hastalıklara yakalanma riskini taşıyan insanların deşifre edilmesinin sigorta şirketleri tarafından sigorta oranlarının yükseltilmesi ve/veya kişilerin işten mahrum bırakılması gibi nedenlerle yeni ayrımcılıklara neden olabileceği belirtilmektedir. Kalıtım materyalinin değiştirilmesi ile üstün insan yaratma çalışmaları ve/veya ağır işçi olarak çalıştırılan insan ve maymun arası yaratık üretme çalışmalarının olabileceği ifade edilmektedir.
Gen teknolojisinin sağladığı olanaklardan ayrımcılık olarak kullanılabilecek bir diğer konu cinsiyet ayrımcılığıdır. Cinsiyet seçimi tıbben veya sosyoekonomik ve sosyokültürel nedenlerle yapılabilmektedir. Sosyoekonomik ve sosyokültürel nedenlerle cinsiyet ayrımı genellikle toplumda cinslerden birinin statüsünün daha yüksek olmasından kaynaklanmaktadır. Bunun dışında, aile yapısı, üretim biçimi, bu üretimin gerektirdiği iş gücü özellikleri, yaşlılıkta çalışamama durumlarına ilişkin güvence gibi sorunlarda belirli bir cinsiyetin tercihine etkili olabilmektedir.
Kalıtsal bir hastalığın genini taşıdığı belirlenen bir kişinin bunu önceden bilmesinin, kişinin yaşamını, yakın çevresiyle ilişkilerini nasıl etkileyeceği bilinememektedir. Umutsuz hastalara gen tedavisini kesin tedavi olarak sunan, bundan maddi kazanç sağlayanlar da olabilecektir. Birden çok genin etkisiyle oluşan hastalıkların gelecekte ortaya çıkıp çıkmayacağını önceden bilmek şu an için imkansızdır. Bir hastalığa neden olan geni taşıyan herkeste hastalık ortaya çıkmayabilir, hastalığın ortaya çıkmasında genlerin dışında etkili olan çevre, yaşam koşulları gibi etkenler de bulunmaktadır.
Gen tedavisi ve klonlama pahalı bir tedavi yöntemidir. Bu nedenle toplumun tamamının standart sağlık kalitesinin yükseltilmesi yerine, sadece bir grup insanın bu tedaviden faydalanabilme şansı doğacaktır. Ayrıca somatik hücre gen tedavisinde, üreme hücrelerindeki gen defektleri tedavi edilememektedir. Ancak, bu hastalıktan etkilenen kişilerin yaşam süresi ve üreme kapasiteleri etkileneceğinden, defektli gen havuzu artabilecektir. Benzer soru ve sorunlar klonlama yöntemleri için de mevcuttur. Klonlama üzerine yapılan etik tartışmalarda bilim adamları iki gruba ayrılmaktadır.
Klonlamayı savunanlar; hastalıkların tedavisi, organ nakli, tedavi amaçlı klonlama, çocuk sahibi olamayanlara bu imkanın verilmesi gibi konularda klonlamanın tüm sorunları ortadan kaldıracağını ifade etmektedir. Bundan başka, klonlama ile genleri değiştirilerek ortama uygun hale getirilen bitki ve hayvanlar çoğaltılarak açlık sorunu ortadan kaldırılabilecek, soyu tükenen hayvanların sayıları klonlama ile artırılabilecektir. Bu nedenle, klonlama üzerinde etik oluşturularak bu çalışmaların devam ettirilmesi gerektiğini savunuyorlar.
Klonlamayı reddedenler ise; klonlama etiğinin oluşturulup yasalarla uyulması zorunlu hale getirilse dahi, bir çok çalışmanın önüne geçilemeyeceğini ve ortaya çıkacak felaketlerin engellenemeyeceğini ifade etmektedirler. Bu nedenle klonlama çalışmalarının kesinlikle yasaklanmasını, uluslararası kurumlar oluşturup, bilimsel çalışmaların sıkı gözetim altında tutulmasını ve büyük yaptırımlar getirilmesi gerektiğini savunuyorlar.
Organ nakli problemi ortadan kaldırılmak istenirken, merkezi sinir sistemi çökertilmiş, bilinçsiz klonlar yani organ tarlalarının ortaya çıkabileceği, hastalıkların tedavisinde kullanılacak kök hücrelerin embriyolardan elde edildiği ve bir hastanın tedavisi için bir çok embriyoya zarar verileceği, klonlama ile çocuk sahibi olmanın insan psikolojisine zarar verebileceği belirtilmektedir. Ayrıca, hayvan ve bitki üretimi geleneksel yapıdan çıkarılıp, biyoteknoloji şirketlerinin güdümüne girdiğinde, bu alanda çalışan şirketlerin büyük bir tekel oluşturup dünyada ekonomik dengesizliklere yol açabilecekleri ifade edilmektedir. Bundan başka genetik olarak değiştirilmiş ürünlerin insan ve hayvan sağlığı üzerindeki etkilerinin tam olarak aydınlığa kavuşturulmamış olması, bu ürünlerin tüketilmesi halinde ileri dönemde ne gibi etkilere yol açacağı tartışmaları sürdürülmektedir. Klonlamanın gen havuzunun daralmasına yol açabileceği; böylelikle toplumlardaki genetik çeşitliliğin ortadan kalkabileceği ve toplumların ortama uyum sağlamalarının, evrimleşmelerinin engelleneceği endişeleri bulunmaktadır.
Bütün bu nedenlerle genetik manupilasyonların özellikle insan sağlığında kullanılmasında birtakım sınırlandırmalara ihtiyaç duyularak çeşitli bildirgeler yayınlanmıştır. Ancak buna uyumda bazı zorluklarla karşılaşılmıştır. İnsan genetiği alanında yapılan çalışmalara sınırlandırmalar getirmek amacıyla uygulamaya koyulan kuralların en büyük ihlalinin üreme hücresi tedavisinde gerçekleştiği belirtilmektedir. Bu sınırlandırmalar içinde somatik hücre gen tedavisindeki gelişmeler kabul edilirken, DNA parçalarının üreme hücrelerine veya tedavi amacıyla fertilize ovaya aktarılması henüz bu konudaki bilgilerin muhtemel zararlı etkilerinin veya tedavinin yeni kuşaklara etkisinin bilinmemesi sebebiyle kabul edilememektedir. İnsan genom projesi ile elde edilen bilgilerin kullanılmasında “patent hakkı” sınırlandırmaları getirilmiştir. Fakat bunun ne derece etkili olacağı konusunda tartışmalar bulunmaktadır.
Sonuç
Günümüzde kamuoyunun merakla izlediği ve 2003 yılı nisan ayında tamamlanan “Genom Projesi”nin getirdikleri düşünüldüğünde bilim insanlarının yapacakları çalışmalarda yöneleceği tarafı belirlemenin hiç de zor olmadığı ifade edilmektedir.
Tarihin her döneminde insanlığın yararı için ortaya konmuş buluşlar kötü amaçlar için kullanmıştır ve kullanılmaya da devam edecektir. Ancak bu gerekçe ile bilimsel çalışmaların durdurulması veya yasaklanması söz konusu olamaz. Bilimin insanlığın hizmetine sunduğu yenilikler yine bilimsel bir anlayış içinde değerlendirilip, temel etik değerlere uygunluğunun da test edilerek gerekli yasal düzenlemeler yapılmalı ve bu çalışmalar toplum için bir avantaj haline dönüştürülmelidir.
Bu makale Türkiye Klinikleri Tıp Etiği-Hukuku-Tarihi Dergisi’nin 14.cilt, 1.sayısında yayımlanmıştır. Makalenin orijinal haline
http://tipetigi.turkiyeklinikleri.com adresinden ulaşılabilir.
Dr. Ayşe SERİN,a Dr. Hüsniye DAĞ CANAN,a Dr. Behnan ALPERa
aAdli Tıp AD, Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, ADANA